Pages

26 Aralık 2015 Cumartesi

ÖN TANITIM

Sonunda söylediğim gibi Kurt ile Sahip'in ön tanıtımını yayımlıyorum. Ay bir anda heyecanlandım. :)

ÖN TANITIM

Hayatınızda hiç inandığınız şeylerin doğruluğunu sorguladınız mı? İşte benim şu an yaptığım şey buydu. Az önce gördüklerim kesinlikle rüya ya da halüsilasyon değildi bundan emindim. Midemdeki tanıdık kusma hissini bastırarak kafamı yere eğdim. Buradan kaçıp gitme içgüdüme engel olmalıydım. Ellerimi yumruk yapıp beklemeye başladım. İlk önce onun konuşması gerekiyordu değil mi. Bir şeyler söylemesi gerekliydi. "Beni rahatlatsana aptal!" diye bağırıyordum içimden. Tam o anda kafama dank etti. Asıl rahatlatılması gereken kişi ben değildim. O'ydu. Ben üstesinden gelebilirdim başa çıkabilirdim. Peki ya o? Hayatı boyunca böyle yaşamak zorundaydı. Belki de istemiyordu çok zor geliyordu. "Gerizekalı Pelin, bu zamana kadar onun hislerini nasıl hiç düşünmezsin." Dedim kendi kendime. Korkum beni bayıltacak derecede güçlü olsa başımı kaldırdım. Karşımda benden on metre ilerde boş gözlerle bana bakıyordu. Ne düşündüğünü anlayamıyordum. Bunu yapmaya zorladığım için belki kızmıştı bana belki de nefret ediyordu. Boğazımı temizledim. "Merak etme, bundan sonra seni ben koruyacağım." Dedim. Söylediğim şey onu o kadar şaşırtmıştı ki bir iki adım geriledi. Gözlerini kısıp "Ne diyor bu aptal?" bakışlarıyla bakıyordu. "Ciddiyim." Dedim. "Seni koruyabilirim." Sonunda kahkahayı patlattı. Yere yuvarlanmamak için kendini zor tutuyordu. Gösterinin bitmesini beklemek için birkaç dakika daha beklemek zorunda kaldım. Kahkahasını kesip gözlerindeki yaşı sildikten sonra yanıma geldi; "Anlaştık o zaman, bundan sonra kendini benden koruyacağına söz ver, sahip!" dedi.


***
Ben diyaframımdan yukarı doğru çıkan çığlığımı atmak için ağzımı açacakken dudaklarını kulaklarıma doğru yaklaştırdı. Çığlığı gırtlağımda hissediyordum ama ağzımdan çıkmıyordu bir türlü. Bende yutkundum. Kalbimin dört nala atışını duyduğundan emindim. Onun duyamadığı hiçbir şey yoktu çünkü. Elmacık kemiklerimden yanaklarıma doğru yayılan kırmızılık gülümsemesine sebep oldu. Ben aptal gibi kızarırken o hep gülerdi zaten.
"Korkuyor musun?" dedi. Tekrar yutkundum.
"Korkmalı mıyım?" dedim. Evet korkuyordum. Hatta hayatımda hiç bu kadar korktuğumu hatırlamıyordum. Ama içimdeki istek korkumdan daha baskındı. Kendi gözlerimle görmeliydim. "Hayır. Korkmuyorum." dedim soruma cevap vermesine izin vermeden. Sesimi olabildiğince titremeden çıkarmaya çalışıyordum. Dudaklarını kulaklarımdan hafifçe geri çekti. Bu iyi değildi. Onun fısıldamaları beni mutlu ediyordu. Çocuk sesi çıkararak "Ama kulaklarım seni özleeer." demek istedim. Söylediğim şeyin saçmalığına kahkaha atardı muhtemelen. Eh o zamanda en sevdiğim gülüşünü görmüş olurdum işte fena mı? Kıvrık dudaklarını sonuna kadar açıp gözlerini iyice kıstığı gülüştü bu. Benim favori gülüşüm. Yalnızca bana özel olan o gülüş. Ama şimdi gözlerinde sevinç ya da alay yerine hüzün vardı. Karanlıkta gözleri hepten kömür gibi görünüyordu. Benden uzaklaştı. HAYIR! Beynim bu duruma isyan ediyordu. Gidemezsin, şimdi değil, bugün değil. Varlığı benden uzaklaşırken bağırdı;
"Ben küçükken oyun olsun diye kelebeklerin kanatlarını kırardım Pelin. Onların bir günlük değerli ömürlerini umursamadan eğlenirdim. Tek kanatlarını kırıp uçmaya çalışmalarını izlerdim. Ama senin kanadını kırarsam Pelin ne sen tekrar uçabilirsin ne de ben yaşayabilirim..."
***

" Bu elektrikli saçlarımla tıpkı bir cadaloza benziyorum değil mi?" dedim, spor salonundan çıkarken.
"Saçların elektriklenmediği zamanlarda da cadaloza benziyorsun Pelin." dedi mimiklerini bile hareket ettirmeden. "Ah!" dedim sadece. Onun fiziksel görüntüsüyle dalga geçemeyeceğimi biliyordum. Ama ne kadar yakışıklı olsa bile insanın biraz mütevazı olması gerekmez miydi?
" Sen yakışıklı olmuşsun da ne olmuş, ruhun çirkin." dedim. Aslında bunu şaka olsun diye söylemiştim onu kırmak gibi bir amacım yoktu. Yanımda yürümediğini fark edince arkamı döndüm. Olduğu yerde başı eğik bir şekilde duruyordu. " Şaka yaptım. Ciddiye alacağını bilmiyordum. Hem madem şakalardan hoşlanmıyorsun niye millete soğuk soğuk espriler yapıyorsun?" dedim sempatik olmaya çalışarak. Kafasını kaldırıp parlak yeşil gözlerini gözlerime dikti. Kederli bakıyorlardı. Söylediğim şeyler gerçekten bu kadar canını yakmış mıydı? Sanki hiç söylememem gereken bir şeyi söylemiş gibiydim. Kalbimin sızladığını hissettim.
"Doğru söylüyorsun Pelin, ruhumu yüz farklı nehirde de yıkasam yine de temizlenip güzelleşemez. Sanırım iyi biri olmak için artık çok geç..." dedi.
***
Tüm nefretimi biriktirip göz bebeklerimden ona doğru fışkırtıyordum. İşin garip yanı onun bakışlarının da gayet ciddi olmasıydı. Az önceki o sıkılgan ve umursamaz halinden eser yoktu. Sanki gözlerimin için bakarken kafasında beni tanımlamaya çalışıyor gibiydi. Rahatsız olmuştum. Zil ne zaman çalacaktı? Doğruyu söylemek gerekirse çok yakışıklıydı. Siyaha çalan kahverengi gözleri yuvarlaktı.Simsiyah saçları vardı. Alnının üstünde bıraktığı ne uzun ne kısa kahkülleri ona çocuksu bir hava veriyordu. Buna karşın yüz hatları biraz sertti. Ten rengi ise esmer değildi ama beyaz da sayılmazdı. Yüzüne dokunmasam bile teni kadife kadar yumuşak görünüyordu. Normalde gülümsemediğimiz zaman üst dudağımız aşağıya doğru sarkar ya işte bu o çocukta tam tersiydi. Üst dudağının kıvrımları kendiliğinden hafif yukarıya kalkıktı ve bu ona yabancı bir ülke insanıymış hissi veriyordu. Etkileyiciydi. Ben inadımdan taviz vermeden ona bakarken gözlerinde bir ışık çaktığını gördüm. Saniyelik bir şeydi. Tıpkı kitaplarda yazılanlara benziyordu. Bakışları aniden değişmişti. O an aklımdan milyonlarca olağanüstü şey geçmişti. Belki de bir vampirdi şimdi beni boynumdan tutup ısıracaktı. Ya da başka dünyadan gelmiş bir canavar falan da olabilirdi.Okuldaki herkesi öldürüp beni kaçırabilirdi. İçimdeki ürperti tüylerimi diken diken etmişti. Ama bakışlarımı ondan alamıyordum.
***
Biraz sessizliğe ihtiyacım vardı. Kimsenin beni bulamayacağı bir yere kaçıp gitmek istiyordum. Belki Yeni Zelanda belki de Avustralya... Son zamanlarda yaşadığım şeyler sinirlerimi iyice hırpalamış depresyona girmeme ramak kalmıştı. Sürekli uyumak istiyordum ve kimseyle konuşmamak... Ben bu düşünceler içinde boğulurken bir çift gözün bana baktığını hissettim. Yavaşça başımı kaldırdım. Öylece durmuş bana bakıyordu. Yüzündeki bütün kaslar gerilmişti. Sanki avına saldırmak üzere bekleyen aslanlarla benziyordu. Gözlerindeki nefret dehşete düşmeme sebep olmuştu. Kafamı tekrar yere eğdim. Şimdi ne yapacaktım? Onunla konuşmam gerektiğinin farkındaydım ama içgüdülerim bunu yaparsam çok daha kötü şeylerle karşılaşacağımı söylüyordu. Bir kriz anındaydım. Ellerim zangır zangır titremeye başladı. "Pelin!" Sesiyle birlikte o kadar hızlı ayağa fırlamıştım ki gözlerim karardı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder